Düşünüyorum da herhangi bir günün herhangi bir saatinde hiç beklemediğin bir anda ansızın aklına geldim mi hiç? Merak ediyorum ne hissettin o an? Yasak bir düşünceye çarpmış gibi korktun mu, ya da hayatın akışını değiştirip farklı bir düşe daldın mı o an? Belki dedin mi? Belki her şey farklı olabilirdi…
O kadar inandırdın ki kendini bensizliğe, ben senin kadar alışamadım sensizliğe. “Daha önce neden söylemedin” diye dudaklarından dökülen öfke, nefretim oldu zamansızlığa. Ve o an anladım ki artık çok geçti. Ve gözlerimin önünden geçerken mazi, farkına vardım esaretimin. Geçmişte tutsak kalmış bir kahraman -kahraman diyorum çünkü kimsenin yapamadığını yapmıştı- gardiyanıysa sen, demir parmaklıklar güzelliğin. Kaçmak değil derdim, bir ömür bu demir parmaklıklar ardında kalabilmek, senin olmadığın bir geçmişte sen varmışçasına. Ama her gün damla damla zehirleyen, yavaş yavaş öldüren o son sözün o hoşçakal deyişin… Sen bir kere demiştin ama binlerce kez yankılanmıştı semada… Kim söyledi yaşadığımı, ölümüm kanıtlanmadı diye…
Sonra ne oldu bilmiyorum. Ne parmaklık kaldı ne gardiyan… Sade bir duygu, suretsiz bir güzellik… Bir kılıf aradım suretsizliğime. Geçmişten kurtulmuştum ama içimde tarifi olmayan bir boşluk taşıyordum. Sen dedim ismine, sen dedim kılıf oldu suretime. Ve sen dedim bir düş oldu bir gece vakti tekrar hoşgeldin diyen. Gülümsüyordu… Gülümsemenden tanıyordum seni. Kaybolduğum bütün rüyalarımda bir anda çıkıyordun karşıma, ışık oluyordun karanlığıma. Uyanmak ise bir kabus senden sonra. Uyandığımda tekrar gözlerimi kapayıp rüyama geri dönmeye çalışıyordum defalarca. Olmuyordu. Anlıyordum bir bebeğin doğarken niye hüngür hüngür ağladığını…
Gözlerini açmak zordu sensiz bir dünyaya. Seni bırakıp da gelmek, seni bulabilmek için defalarca uyumaya çalışmak.. ama sonunda rüya bile göremeden uyanmak… Zordu seni hatırlayan için yaşamak. Ve ağırlığında eziliyordu insan, yalnız kalıyordu istemeden. Zordu tek başına taşımak… İki değil bir olmak gerekiyordu iki kişi olsan bile…
Ben yarım doğmuştum. Diğer yarısı sendin. Yaşadığım her saniye bu eksikliği hissettim. Ardımda nefesini hissederken, uzaklardan beni seyrederken bile. Sonu olmayan bir yoldu bu yürüdüğüm. Senle veya sensiz…
Gülümsemenden tanırdım ben seni…
Bir anda aydınlanırdı dünyam.
Işık olurdun karanlığıma.
Kelimeler hep teğet geçerdi,
Anlatamazdım.
Lal olurdum en sonunda.
Ve sessizlik doldururdu boşluğumu.
Çığlığımı duyardım uyandığımda.
Ben seni gülümsemenden tanırdım.
Asılı kalırdı gülüşün uyandığımda
Günlerce seyrederdim seni
Tek varlığım olurdu yokluğun…
.
Emrah YUMUK
06.11.2010
.