Küçük bir çocuk yaklaştı yanına.
- Abi, okul çantası alacağım. Para verir misin?
- Ne oldu !!!
- Okul çantası alacağım abi. Para verir misin?
Hayır anlamında kafasını yukarı kaldırdı. Ve ne dediği anlaşılmayacak kadar sessizce “yok” dedi. Yürümeye devam etti.
Parayı verse çanta almayacağı besbelliydi. Zaten alacağı 1-2 lirayla çanta alamazdı. Belki bakkaldan bir çikolata alacaktı. Az önce canı çekmişti. Ama çikolata alacağım diyemezdi. Çünkü bu devirde kim çikolata isteyen bir çocukla uğraşabilirdi. Ki her çocuk her zaman çikolata isterdi. Her çikolata isteyene para versek bizim halimiz nice olurdu. Belki de sigara alacaktı kendine. Ama eğer para verseydi birkaç saat sonra o bayanın çantasının çalınmasına engel olacaktı. Belki de para biriktiriyordu bir bilgisayar alabilmek için… Kim bilebilir? Bilmek için konuşmak gerekiyordu.
Ve o yürüyüp gitti çocuğa aldırmadan. Ardında nasıl bir çocuk yüzü bıraktığını bilmeden çekip gitti. Hayatı yaşamak zorunda olduğu için yaşayan bir adamdı işte. Nefes almak bile zor geliyordu ona. Seçeneği olsa çoktan ölümü seçmişti. İşte bu yüzden de daha yaşarken ölmüştü.
Küçük bir çocuk yaklaştı yanına.
- Abi, okul çantası alacağım. Para verir misin?
- Ne oldu !!!
- Okul çantası alacağım abi. Para verir misin?
Çocukla rahatça göz göze gelebilmek için eğildi.
- Söyle bakalım kaça gidiyorsun sen?
- 1.sınıfa
- Çantan yok mu senin?
- mm, şey… yani.. var abi.
- niye o zaman yalan söylüyorsun?
- vermezsin belki diye öyle dedim.
- tamam söz. Eğer doğruyu söylersen vereceğim.
çocuk sıkıla sıkıla,
- az önce şuradaki bakkalın önünden geçiyordum. Çitos canım çekti. Ama param da yok. Bugün vardı hepsini harcadım.
- ne kadar istiyorsun bakalım.
- 50 kuruş abi.
-niye 50 kuruş?
- çitosun fiyatı 50 kuruş.
- bak benim de canımı çektirdin şimdi. Al şunu iki tane çitos kap gel.
1 lirayı uzatıp çocuğa verdi. Çocuk sevinçten havalara uçarak koşa koşa gitti. İki çitos aldı ve koşa koşa geldi. Kenara oturup çitoslarını yemeye başladılar.
- abi sen ne iş yapıyosun?
- şu an üniversitede okuyorum. Elektrik-elektronik mühendisliği.
- mühendis olabilmek için ne yapmak lazım.
- ilk önce yalan söylememen lazım. Okulunu, öğretmenini, derslerini sevmen lazım. Derslerine çalışıp hepsini geçmen lazım.
- abi hani ben sana yalan söyledim ya. Bir daha söylemeyeceğim. Para vermezsin diye öyle dedim.
- bir daha yalan söylemeyeceksen mühendis olabilirsin o zaman. Mühendis olmak istiyor musun?
- bilmem. Daha önce sadece ismini duydum. Ama senin gibi olmak isterim. Bir de hani derslerini sevmen gerekiyor dedin ya, ben beden eğitimi dersini çok seviyorum. Diğerlerini de seviyorum ama en çok beden eğitimi dersini seviyorum. Ama derslerime çok çalışmıyorum. Okumayı bile daha öğrenemedim dışarda top oynuyoruz hep. Hiç zaman kalmıyor zaten.
- eğer çalışırsan okumayı da öğrenirsin mühendis de olursun. Dur bakayım… Sana mühendislik de yakışır ha…
Çocuk gülümsedi. Hayatında hiç unutamayacağı andı o an. O günü mühendislik diplomasını alırken de hatırlayacaktı. Ve sessizce içinden teşekkür edecekti rastladığı o abiye. Çünkü biliyordu ki eğer o gün ona rastlamasa, bugün mahalledeki arkadaşları gibi işsiz güçsüz sefil biri olacaktı.
Her hikayenin iki yüzü vardı. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımız. Her hikaye gerçek olabilirdi, bunu yazandan başka kimse bilemezdi. Bu hikayenin sonunu birçok kez daha duymuştuk. Gerçeğe en yakın ama bize çok uzak bir hikaye olarak kalmıştı hayatımızda. Hikayenin ilk yüzü ise bizdik. Gerçekliğini iliklerimizde hissediyorduk, buz gibi… Daha gerçekçi ama kısa, anlamsız, basit… O yüzden yazar bu hikayeyi yazmaya bile gerek duymazdı. Biz hep hikayelerin ikinci yüzünü okuduk. Hep ders çıkardık, üzüldük, sevindik. Ve yazarlar sayesinde hiçbir hikayeye anlamsızca bakmadık. Ama biz hep anlamsızca yaşadık, aynı hikayelerin ilk yüzü gibi basit ve kısa.
Bense yazar olmadığımdan olsa gerek bir hikayenin iki yüzünü de yazdım. Hatta haddimi aşıp açıklama bile yaptım. Sürç-ü lisan ettiysem affola…
.
Emrah Yumuk
20.11.2008
.