Kaşılıklı oturdu kendisiyle. Biri aynanın bu tarafında diğeri sanki diğer tarafındaymış gibi. Biri öyle ürkek, öyle çocuk ki; diğeri ise nefret dolu, sanki milyonlarca yıldır o kafeste, bir kaçabilse kafesinden…

Göz göze geldiler, biri ürktü karanlığından, diğerinin gözleri kamaştı aydınlığından. Gece ile gündüz karşılıklı durmuşlar sanki.

Daha önce defalarca kendisiyle yüzleşmesine rağmen ilk defa bu kadar korkmuştu kendinden. İlk defa bu kadar uçurum vardı kendisiyle arasında. Hangisiydi o? Ayna neredeydi? Hangi tarafındaydı kendisi?

Oturdu sabahlara kadar konuştu. Ne yaşadıysa o ana kadar, tekrar yaşadı. Tekrar ve tekrar… Geçmişin ona acı vereceğini bile bile her seferinde korkmadan üstüne gitti. Çözülmesi gereken çok şey saklıydı. Ama her seferinden daha fazla yenik düştü, daha fazla tükendi. Dayanılmaz bir acı saplanıyordu yüreğine. Daha nereye kadar gidecekti…

Sessizliğinde taşıdı geçmişini. Ne kadar anlatmadı, o kadar canlı kaldı anıları. Ve çocukluğundan kopamadı. Öyle ürkek ve öyle çocuk kaldı içinin bir tarafı. Diğer tarafı ise saklandı karanlığına. Kimse görmedi onu o kafesin ardında.

Ve şimdi karşıklı oturdular, aralarında demir parmaklıklar, hangisi kafesin içinde hangisi dışında? Ne gece ne gündüz, öyle loş bir mahzendeler sanki. Az önce bir çığlıktan arda kalan bir ses yankılanıyor duvarlarda. Çaresizlik ve yalnızlık, biraz hüzün, biraz da aşk… diğer tarafta ise vahşet, nefret ve kin, yüzünü parçalayan bir düşman… katili olacak kendinin.

Nefes almak ne kadar zormuş parçalarken kendi kendini.
Karşılıklı iki ayna ve üzerinde bir deli gömleği.

Durdu ve baktı en uzağa. Ne kadar uzaktaydı kendinden. Oysa o iki yüzle yüzleştiğini sandı yıllarca. Kimdi onlar, yabancılaştı birden kendine. Ve o kendi kendine vazgeçti çocuk olmaktan ve durup dururken nefretle dolmaktan.

Geçmişiyle barıştı ve geçmiş geçmişte kaldı artık. Acısını alıştı ve yavaş yavaş iyileşiyordu yaraları. Zaman gerekliydi ya, önünde uzun bir zaman olduğunu farketti. Yorulmuştu artık hep geç kalmaktan. Zamanın daha yeni farkına vardı. Bir hayaletle yaşadı onca yıldır. Ona bir yüz buldu, bir ad, sureti vardı artık yalnızlığının.

Bir hayaletle yaşadı onca yıldır. Ona bir yüz buldu, bir ad, sureti vardı artık yalnızlığının.
Bir hayaletle yaşadı onca yıldır. Ona bir yüz buldu, bir ad, sureti vardı artık yalnızlığının.
Bir hayaletle yaşadı onca yıldır. Ona bir yüz buldu, bir ad, sureti vardı artık yalnızlığının.

Nereye kadar… dediğinde bitmişti her şey. Ve bu kez kararı o değil, hayat verdi. Geleceği bilemeyeceğini anladı. Ne geçmiş ne gelecek bugün olamazdı. Bugün yeni bir gündü sadece. Umutlarsa geçmişteki pişmanlıkların geleceğe yansımasından ibaretti. Umduğunu bulamayacaktı çünkü onu bulduğunda kaybetmişti.

Ve son kez baktı yalnızlığına… Yüzü paramparça, adı silinmiş…

Buraya kadarmış her şey…
.

Emrah Yumuk
26.10.2008

.

“Sana dair..” diye başlayan bir öykünün hüzünlü bir parçasıydı şimdi hayatı. Oysa epey zaman önce başlamış bir masalın içinde bulmuştu o yeniden başlayan öyküyü. İnanmıştı gerçeklerin hayale bir adım daha yaklaştığına. Hüzünlü bir öykünün içindeki mutlu bir andı o an… hiç bitmesin istemişti, zaman o an dursun, dursun ki gözlerini biraz daha fazla göreyim…

Hiç mi acımamıştı bir gece vakti yüreğin, seni bu kadar çok seven biri varken. Hissetmemiş miydin gerçekten bir yerlerde seni bekleyen birisinin olduğunu. Haklıydın bu soruyu sormaya, “neredeydi bu zamana kadar?”. Evet nerde kalmıştı? Kimler gelmişti ve kimler geçmişti hayatından, ama o uğramamıştı. Çünkü o hayatından çoktan kovulmuştu. Bilemezdi senin geçmişi bu kadar unuttuğunu. Çünkü o yaşanan her şeyi binlerce kez tekrar yaşadı. Bir kez değil bin kez acısını çekti. Yalnız düşlerinde mutlu olmuştu, uyumayı seçti ve hiç uyanmak istemedi, ama sesine uyandı her sabah. Her sabah pencereyi açtığında bir umut, güneşi benzetti sana, sonra yağmuru… koştu yağmura, sırılsıklamdı artık yalnızlığı. Ve bir gökkuşağı gördü çok uzakta. Renklerin içinde aradı seni. An geldi rengini kaybetti. Sana mavi dedi ve mavi oldu sensizliğinin adı. Sesini aldı sensizliği, konuşamaz oldu yokluğunun üstüne. Lal olmuştu bir kez ne söylesen nafile.

Geçen onca zamandan sonra aynaya baktığında sana ne kadar benzediğini fark etti. Sen yokken seni yaşamıştı. Sen yokken seni tanımıştı. Bir hayalden ibaret değildin, şimdi neysen işte oydun sen. Aynı senin gibi, hiç şüphen olmasın. Sevdiğin her şeyi bir bir say, dinle bir de o saysın sana. Şaşıracaksın kulaklarınla duyduklarına. Kendini göreceksin o aynada. Aaa aynı ben…

Biliyor musun zaman gelecek tekrar göreceksin onu. Ve bu senin son şansın… gözlerinin içine, en içine bak, kendini göreceksin. Kendini bırakırsan emin ol ki sen de seveceksin. Ve bir masal başlayacak orta yerinden, bittiği zannedilip kaldığı yerden…

Kahin olduğumu sanma sakın. Bazen zaman silinir; geçmiş, gelecek ve bugün birmiş gibi görünür. Çok fazla söze gerek yok aslında. O tekrar gelecek, yalnızca senin için, son kez… Konuş onunla, belki tanıdık bir yüze rastlayacaksın anlattıklarında…

.

Emrah Yumuk
20.10.2008

.

1.Hikâye

Kavak Ağacı ile Kabak

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

2. Hikâye

En iyi Buğday

Her yıl yapılan ‘en iyi buğday’ yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:

-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.

-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,

-Neden olmasın, dedi çiftçi.

-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

3. Hikâye

Geleceğini biliyordum…

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,

-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.

Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.

-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…

-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?

-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.

Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

.

.

‘Her sabah Afrika’da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.Her sabah Afrika’da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır. Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.’

Afrika Atasözü

.

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.

Sakarya Üniversitesi, Türkiye’de bir ilki başlatarak internet üzerinden 4 yıllık lisans eğitimi alma imkanını sunuyor. Üniversiteye yerleşemeyenler, mutlaka izlesin.

Evinizdeki veya iş yerinizdeki bilgisayarınızın başında, kendinizi iyi hissettiğiniz dilediğiniz saatte, üniversite eğitimi almak ister miydiniz? Sakarya Üniversitesi, uzun süredir verdiği bu hizmeti, geliştirerek daha fazla kişiye sunmaya devam ediyor. Önceleri önlisans programları ile başlatılan çalışma, daha sonra yüksek lisansa sıçradı ve artık, 4 yıllık lisans öğrencileri için de bu imkan hazır. Hem de Bilgisayar Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği ve İnsan Kaynakları Yönetimi gibi, çağımızın en popüler mesleklerinin eğitimiyle.

Shiftdelete.Net, Endüstri Mühendiliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Taşkın, Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocabıçak ve Endüstri Mühendisliği Öğretim Üyesi Gültekin Çağıl‘ a akıllara takılan soruları iletmiş. Yapılan röportajı buradan izleyebilirsiniz.

Eğer, ÖSYS’ye girmiş ama istediğiniz bölümü kazanamamışsanız, üniversite eğitimi için de olsa ayrılamayacağınız bir işiniz varsa veya memleketinizden ayrılmadan bu eğitimi almak istiyorsanız, Sakarya Üniversitesi’nin sunduğu uzaktan eğitim seçeneklerine mutlaka göz atmanızda fayda var. Detaylı bilgileri, http://www.uzem.sakarya.edu.tr adresinden öğrenebiliyorsunuz.

.

*shiftdelete.net sitesinden alıntıdır.
http://shiftdelete.net/internetten-muhendis-olabilirsiniz-6325.html

Hayalini anlattı beyaz bir kağıda. Kelimelerinin derin boşluğuna sığındı. Sonra bir düş gördü. Gerçekte ise düşlerini sığdıracak bir yüz buldu kendine. Artık resmini çizebileceği bir suret vardı. Ve rüyalarını süsleyecek bir yüz… Özledi, bekledi, istedi… O olmalıydı. Başkasını gözü görmüyordu. Çünkü ona baktığında mutluluğu görüyordu. Ve gözlerinin içinde gördüğü kendi değildi yine oydu.

Nereye gitse hayalini de yanında götürdü. Taşıması kolaydı artık, ona bir suret bulmuştu. Yüreğine düşen bir fotoğraf yalnızlığıydı. Aradığı bir yüzden daha ötesi… Aradığı hayalleriydi.

Anlatmak mı? Kime, neyi anlatacaktı? İsmini söylese herkesin aklına bir başka yüz gelecekti. Resmini gösterse herkes güzelliğiyle oyalanacaktı. O resmin arkasındaki hayalini kim görecekti? Anlatmak olsa olsa eskitirdi hayalini. Anlatmak, acısını alır götürürdü ama ya o her seferinde hissettiği ilk heyecanını… sanki her seferinde ilk defa görüyordu, ilk defa yaşıyordu, ilk defa seviyordu. Öyle heyecanlıydı işte, bir çocuk gibi… Yarın bayram, yeni kıyafetlerimi giyeceğim…

İsmi çoktan konulmuştu bu duygunun. Düşlerini bir yüze sığdırmaya, onu ararmış gibi hayalini aramaya aşk dendi yıllardır. Mecazi bir doku taşıdı kokusunda. Derin bir nefes alırken ciğerlerine dolan hava gibi mutluluk verici, ama bir o kadar tutsak…

Neyine ayrılık denildi, neyine hasret… Neyine bu kadar şiir yazıldı, bu kadar şarkı…

İlahi bir sessizliğe büründüğü anda aşk. Ki gerçek bir aşk oldu. Leylasından geçtiği yollarda buldu kendini. Bulamayanlara aşk olsun…

Bir hayli zaman geçti. Aşk mecazi kokusunu da kaybetti. Kalabalıklar et kokmaya başladığında, zaman bir hayli geçti. Boyalı bir yalnızlığı vücudunda eritmeye aşk dendi. Üst üste konulmuş iki çıplak cesedi andırıyordu sevişmeler.

Durdu ve düşündü. Kavuşmak istiyordu artık. Hayalini gerçekleştirmek istiyordu düşlediği o yüzle. Adını kim ne koyarsa koysun seviyordu işte. Aşkmış değilmiş umrunda mıydı sanki. O kadar birikmişti ki o kadar sevecekti izin verseydi. Ama olmadı. Bazen inandırmak zordu düşünde gördüğünün o olduğuna. Bazense geç kalmak yıkıyordu hayalleri. Ama geç kaldığına inanmadı. Biliyordu inandıramamıştı, yıllardır biriktirdiği hayalini bir anda önüne serememişti. Bilemezdi ki kaç yılda bu kadar eskidiğini, bilseydi kovalamazdı yanıbaşından. Dinlediğini sandı ve tanıdığını bir anda. Kelimelerle oynadı, ona göre değildi en son böyle dedi. Ve geç kalınmışlık süsü verdi. Geç kaldığına inanmasını istedi. O ise inanmadı.

Bir düş daha yalpalanırken üçüncü tekillerin ağzında kendini kelimelerin ardına sakladı bu masalın asıl kahramanı. Nereye giderse gitsin acısını taşıtacaktı kelimelerin anlamsızlığında. Derin bir uykuya dalma hayali kurarken bile onu rüyasında görme umuduyla gözlerini kapadı. Belki son kez böyle mutlu olacaktı.

Bir yüzdü sadece. Farkında olmadan bir masalda kendine bir yer buldu. Masalla yüzleştiğinde kendi yüzünü göremedi. Kaybeden oydu ama farkında değildi. Oysa o masal onun fotoğrafıydı. Onun suretiyle resmedilmişti. O olmasaydı o masal da olmazdı zaten.

Yüzüne hapsedilmiş bir hayali özgür bırakmaya çalışırken onu gördü. Görür görmez derin bir nefes aldı. Mutluluk verici, bir o kadar da tutsak… Kokusunda saklıydı hayat. Sil baştan başlıyordu her şey. Neyin peşinden koştuğunu bildiği sürece küsemezdi hayata. Aklından geçirdi tekrar “Ne yaptım da tuvalimdeki o resim aktı gitti gözlerimin önünden?”

Ve bir başkası başka bir yüz gördü. Adına ilk görüşte aşk dedi. O yüzü sürekli düşünde gördü. Hayaller kurdu, mutluluğa yaklaştıkça mutlu oldu. Eline kalemi aldığında zor değildi anlatmak kendi masalını kendine.

Tersten başlamış bir masal neyi değiştirirdi ki? Hepimiz bir yüzde aramıyor muyuz hayalimizi? Kim ben o yüzü arıyordum derse yalan, o yüzü de sen çizmemiş miydin ki?

Emrah Yumuk
29.09.2008